BİR EGE HİKAYESİ

 ”Hikaye, hikayeyi doğurdu.”

-Anamın eski (eskiden kasıt ölen)  kocası kim? Dur düşüneyim ha buldum…

Benim babam. 

  Muhabbet tam da bu cümle üzerine,  badem ağaçları çiçek açmaya koyulmuşken, falanca köyün falanca evinde, başlıyorlar anlatmaya… 

Alkolik bir babam varidi, hiç gün görmedik kapısında çoktuk zaten.Kızı olmayan, İzmirli bir aileye, varlıklarından ötürü tuttu verdi babam beni. Giderken ayağımda pabıcım yoğudu. Anca varın beş altı yaşlarında, okula bilen başlamamışım . Sona sona anladıydım babam beni para karşılığına vermiş. Giden de bir ben değilim, etraf köylerden bucak bucak kızlar toplaştık.

Varıp gittiğimiz evi yuvamız bildik. İzmir Alsancakta goca bina bize tahsis. Bahçede bir sürü ağaç. Kızlar gaynaşıp durur içinde. Dediler ki bundan böyle anneniz bu. Şişmanca bir şey. Ben çok ufağım, daha çocuk iken öğretti bana, beni masajcı yaptı annem kendine. Ellerim küçük idi geniş sert omuzlarını gavrayamazdım da sona sona öğrendim masaj şeysini. Amma ben orada iyi yaşadım, çarşıya çıkardık annemle, beni pek severdi, o kilosuna rağmen ayakta dikele dikele beni donatırdı. Hiç olmamışmış kız çocuğu bizi çok severdi. Annem hastalanmaya başladı, dedi benim kıza bulun birisini, Eşrefpaşadan, biri geldi talip oldu. Annem yüzük taktı. Narlıdere’ye gelin çıkacaktım. Yüzüğü taktık daha düğüne var. Hastalık ilerledi öğrendik ki safra kesesinde daş var imiş. Üç oğlu vardı anneciğimin çok zengin olduğundan ölse de para hesabı bize geçse dermiş oğlanlar.  Doktora para yedirip öldürmüşler annemi, sonra biz dağıldık. Gelinlik giydim amma annemin yasından düğün yapmadım.  Ara ara geldi köyden gerçek annem, daha ben kız iken de bakmış görmüş rahatım yerinde üç kere niyetlense de bağrına taşı basıp gitmiş.

Amma babam gözü açık gitmiş bana hasretliğinden, çokça pişman olmuşta, varıp alamamış, o şartı koymuş şişman annem. Demiş ancak evlendiririm geriye dönemezler. Oraya gidesiye adımı da değiştirdim. Köyde Fatma derlerdi, zaten hocada onu okumuş kulama, amma ben İzmir de Ayla’yı seçtim. Bundan sonra herkes Ayla bildi beni. Evlendikten sonra köydeki annem dedi, gel baban gözü açık gitti hasretin büyük. Hepten göçtük, tanıyamadım döndüğümde, sonrada yaşadık işte doğduğumuz yerde…

Ayla’nın hikayesi yanı başında dinleyen teyzenin hikayesini doğurdu hemen oracıkta. Başını şöyle bir salladı, seninki de hikaye mi der gibi. O başladı anlatmaya, ama tembih etti, sen beni düzelt ben Ayla gibi lafçı değilim. Onun hikayesini ben size kıssadan hisseye  anlatayım.

Dokuz köyün ağası derlermiş dedesine, keyfince yaşayan bir adammış. Öyle kolay olmamış dünya’ya  gelişi. Annesi dokuz oğul doğurmuş, dokuzu da ölmüş. Çok sürmüyormuş ömürleri. Bu ağa doğunca hocaya gitmişler, hoca bu oğlanı birine evlatlık verin, sonra  onlardan tekrar satın alın demiş. Aile denileni aynen yapmış. Dokuz ölen oğuldan sonra onuncu bu oğul yaşamış. Tek evlat babanın tüm varlığını sürdürmüş. Çapkınmış, erken yaşta evlenmiş. Ardı ardına üç evladı olmuş. Köylerden birini gezerken daha on dördünde bir kız görmüş, İngiliz sarısı  saçları gök mavisi gözleri varmış pamuk gibi bembeyazmış. Demiş bu kızı isterim. Kızın ailesine haber gitmiş, denilmiş kız daha küçük. Öyle ya da böyle talip olan dokuz köyün ağası, kızın on dördüne mi bakar? O zaman ağa otuz altı yaşında, anlı şanlı düğün yapılmış.

 Gelin gidince ne görsün, evde bir kadın ve üç çocuk.  Çok sürmemiş, kadını bir dert tutmuş, kim bile ne sebepten ölmüş.  Gelin üç evlada birden bakmaya başlamış. Çok geçmemiş o da anne olmuş. Ağa hanımı olduğunu anlamamış ya dur bakalım, evlat da hayır vardır görelim demiş. Kız olduğunu öğrenince üzülmüş. ”Kızların bahtını başkası yazıyor, bak ağaya kendi bahtını kendi yazdı” diye doğan evladına dertlenmiş. Çok geçmemiş bu kez bir oğlan doğurmuş.

 İşte şimdi, ağa karısı ve ağa annesiyim demiş. On beşine  anca varmış ki oğlan attan düşüp ölmüş. Aylarca yasını tutmuş annesi. Demiş yeniden doğuracağım. Bunun acısını bir oğul belki bastırır. Doğmuş ki kız. Ne emzirmiş, ne bakmış yüzüne, sonra sonra merhamet etmişte basmış bağrına. O vakitten sonra yapışmış yakasına hastalık. İflah olmamış daha genç yaşında.

Derken büyük kızı vermişler başka köyden bir zengine, bir yıl anca evli kalmış , bir gece kaçmış. Meğer köyde sevdiği varmış. Fakir diye istememişler sevdiğini. Ne yaptıysa sevdalılar, tutup ayırmışlar. Ağa kızı demiş kocama dönmem, benim sevdiğim budur. Babası ağa sözünü dinletmiş kendince caydırmış kızı, sevdalı bunlar durur mu üç kez kaçmaya kalkışmışlar üçünde de yakalanmışlar. Oğlan demiş gidin isteyin, ailesi o ağa kızı verirler mi sana. Ana babasını eve kilitleyip vermiş ateşe, komşular zor çıkarmış evden, üstüne demişler artık o dul sen bekarsın yakışır mı sana dul kadın?

İki sevdalı, hasretleriyle yana dursun. Ağa kızını bırakmış kocası. Ağa baba, kızı İzmir’e akrabalara yollamış. Tez üç aday getirilmiş karşısına paraları yok ama tahsilleri var. Memur olanı seçmiş kız  azıcık benzetmiş sevdiğine tek sebep o. Evlenip yerleşmişler İzmir’e köydeki oğlan gidenin ardından çekmiş acısını ya onunki de can. 

Sen bekar adamsın yakışır mı sana dul dediklerine hala içerlenirmiş, gidip bulmuş dul bir kadın o da köyde yaşamaya devam etmiş.

                                                                    . . .

Hikaye bu ya , evladın kızı mı hayırlı, erkeği mi?  Babanın içkisi, bir çocuğun kaderini nasıl değiştirir? Varlık anne canına nasıl kıydırır? Ağa olmak her şey demek mi, on dördünde bir kızı sırf güzel diye kendine ikinci eş alasın? Seveni sevdiğine vermemek iş midir, ikisi de bu sevdanın izini sürmez mi sanırsınız? Ayla, Fatma doğup, Ayla olmaktan mutlu.

Ağanın torunu bitirince hikayeyi ya döktüğü göz yaşı. Sorunca sebebini, güzel dinledin pek güzel, ben bir de sana benim hikayemi anlatayım deyip başlaması…

Ama bu hikaye burada biter… belki bir gün, dökülür kalemime onun da hikayesi.

                          ” O günün anısına dursun şuracıkta badem çiçekleri.”

Güneydoğu’da tohumlanan, Ege’de güze tutulan bir hikaye.. hikayenin ikincisi.

BİR EGE HİKAYESİ” için 17 yorum

Yorum bırakın