Güneydoğu’da tohumlanan, Ege’de güze tutulan bir hikaye..

On dört yaşındaydım…

‘’Eniştem evden gidince, ev sahibinin kızları ile saklambaç oynardık.’’ En sevdiğim oyundu. İnsan hep saklanmak ister mi? Ben isterdim. Ama saklanıp da bulunmamak niyeti ile…

Yaşadığımız köyde Türkler bizi pek sevmezdi, Alevi kürtleri olduğumuzdan hep dışlanırdık. Babamın bizi ardına alıp eli kolu ile yaka paça sıyırarak konuştuğuna, kendini anlatmaya çalıştığına şahit olurduk hep. Kimse bize iş vermezdi. İyi ki hayvanlarımız ve tarlamız vardı. Ödümüz kopardı kasabaya gittiği vakit. Bir bilinmezliğin sancısı idi bu…

Bakıyordum herkes gibi idik. Yani inanmaya tanımaya çalıştığım Tanrı bizi iki ayak, iki kolla yaratmıştı. Atalarım bu lisanı konuşuyor, din günlerini farklı kutluyor diye niye bizi sevmiyorlardı. Bazı geceler ağıt yakardı babam: ‘’ Hepimizi aynı Tanrı yarattı, bakmayın bu insan bozması ayrım derdi” Bense gördüğüm ayrıma tutulmuştum. Yani kötü olana, insan eli ile yapılana.

Tanrı’ya ulaşabilse idim bütün bunlar geçer miydi?

Geçmeyen o kadar çok şey vardı ki !

Bir sabah ablamın ölüm haberi geldi, kötü hastalık dediler. Neydi o kötü hastalık, ağrısı çok olmuş muydu, ölmekten korkmuş muydu? Eniştem boynu bükük eşiğin girişinde hıçkıra hıçkıra ağladı. Su getir dediler götürdüm. Sonra oturup yamacına onu seyrettim. Ağlamaya dövünmeye devam etti.

Bir gece kaldı bizde. Sabah uyandığımda yastığımın yanında bir çıkın gördüm. Evde bir ölüm sessizliği vardı. Bir ölen vardı bu evde! Annem ağlıyordu bir köşede. Topraktan çatlamış elleri örtmüştü yüzünü. Ablama ağlamış mıydı dün? Annemi ilk kez ağlarken görüyordum.

Sonra babam geldi odaya: “hazırlan, eniştenle gidiyorsun” dedi.

Uzun, sancılı ve kaygılı çocukluğun içinde; kadın ağırlığı, duymadan bilmeden yaşamak, korkmak, hep saklanmak, o köy evini, baba ağıdını özlemek… Anne kokusuna hasret kalmak… Teyze-anne olmak, anneymişim gibi yapmak. Çocuk kalmak istemek. Çocuklar çocuk mu yapar demek. Baba yarısı bir adama eş olmak. Ablan ile aynı yatağı yazgın bellemek. Hep kaçmayı çok uzaklara gitmeyi hayal etmek…

Yol boyu sustuk. Bir düğün günü, bir de ölüm günü gördüğüm ablamın kocası ile iki yabancı uzun kasvetli yolda ben tedirgin kuş misali…

Beni kapıda karşılayan iki kız yeğenim ve çocuklarım. O an orada nasıl davranılır bilmediğim duygu ile donakalmak.

Günler. Aylar. Yıllar. En çok gecelerin olmamasını diledim o Tanrı’dan.

Sonra bir söz işittim. ”Canım cennet istiyor da günahlar koyuvermiyor.” Ben de bir şeyler istiyordum, o vakit ben cehennemde idim. Günahına razı olacak o cenneti de bulacaktım.

İz sürücüm oldu bu söz. Bir başka ben olmaya başladı içimde. Enişte kocam ile en çok filmlere gitmeyi severdik, ben seviyorum diye pek sık götürürdü beni. Ben orada hülyalara dalardım. O artistlerden kendime huylar edinirdim. Hepsi aşk üstüne filmlerdi. Aşk varsa kanda vardı. Olsun… Aşk cennet, kan ise cehennem idi. Bu ikisi ile yaşamayı öğrenmek lazımdı.

Komşuya bir adam gelmiş. Beni görmüş, komşu dedi artık kızlar büyüdü senin bakımın bitti bunlara, çık şu eniştenin koynundan. Burada yağız delikanlı kestirdi seni gözüne atı ve silahı var bir gecede çıkar gidersiniz.

Gittik… Filmlerdeki gibi biraz da olsa aşk oldu. Kan kokusu vardı ama aşk çoktu. Bir ben daha doğdu içimde… Anne oldum. Büyümüştüm, pek ala çocuk bakabilirdim. Cennetteki yerimizi sevmiştim.

Bir zaman sonra bir adam çıkıp geldi gece vakti. Yaralı idi. Baktık ona iyileştirdik. Çok geçmedi cennet cehenneme karıştı. Kan bastı hepimizi…

Sabaha doğru yaralı adamın atına binip gittim bu kez. Nasıl olmuştu anlamadım. Sonra peşimize takıldılar, geride bıraktığım bir çocuğum vardı. Göğüslerim sızlıyordu. Kocam buldu bizi silahlar çekildi. Onu ayağından yaraladı yaralı adam. Şimdi ikisinin de yarası vardı. Hangi yara derindi? Ben çok sonra anladım.

O şimdi peşimize düşemez biz gidelim çocuğunu getirteceğim dedi. Ben yine gittim.

Çok zaman geçti canım saklambaç oynamak istiyor. Ama oyunlar yerini entrikaya bırakmış. Ben büyümüş çokça kaybetmişim. Anne babamı, enişte kocamı, yeğen çocuklarımı, kendi çocuğumu, ilk aşkımı…

Onursuzluk savaşındayım. Üstüme kuma geldi. Aldattığım için aldatıldım sanıyordum benim ki büsbütün cahillikti. Güya cennete varış arzusu…

Yalanı öğrendim. Öğrettiler.

Yıllar geçmişti…

Kendimi Almanya’da balık fabrikasının soğuk tezgahları arasında buluyorum. Bunca yıl diyorum… Hep kayıplar… Rahmimi alıyorlar, hastalık olmuş. Kadınlığın gitti diyorum. Yaş ilerledi… İnsana kalan anıları imiş.

Gerisi anlatılamayacak kadar hüzünlü, karanlık… Aşkın olup kanın olmayacağı bir hayatın hayalini kuruyorum. Çok geç olan hayatım için. Mezarının dahi nerede olduğunu bilmediğim çocuğum geliyor aklıma. Benim için ayağını kaybedip kangrenden ölen kocam geliyor , öyle kızım yok diyen babam, kahrımdan ölen annem. Çalışmak için gurbete gelip kumaya bıraktığım çocuklarım. Bir tek güzel şey var hatırım da saklambaç… Ege’nin mavi göğüne denizine anlatıyorum sırrımı, bir nefes olsun ferahlıyor içim… Cennet de cehennem de içimiz de imiş. Ben onla doğup onla yaşamışım geç de olsa anlıyorum…

BİR EGE HİKAYESİ, tadında yeni bir yaşam kesiti …

Güneydoğu’da tohumlanan, Ege’de güze tutulan bir hikaye..” için 15 yorum

  1. Canım yine okurken kaydı gitti satırlar. Sonuna nasıl geldim anlamadim. Ne kadar tanidk hikayeler , ne kadar uzak gibi ama ne kadar da bizden🌼

    Beğen

yalnizlikmarmelati için bir cevap yazın Cevabı iptal et